26 Ağustos 2014 Salı

MEZHEPLER YOK HÜKMÜNDE!.. Mustafa Nevruz SINACI

MEZHEPLER YOK HÜKMÜNDE!..
Mustafa Nevruz SINACI
Ben İnsan ve Kültür Ocağı’nın Genel Başkanı iken (1999-2002), günün en liyakatli din adamları, kanaat önderleri ve bilim insanları ile uzun süre, “İnsan’ın istismarı mı, yoksa din’in istismarı mı daha kötüdür?” araştırması, incelemesi ve tartışması yaptık. Halkın yaşam alanlarına girdik, evlerine, işyerlerine, Stk’larına konuk olduk. Çeşitli inanç grupları, mezhep ve tarikat mensupları arasında gezindik ve hep aynı sorunun cevabını bulmaya çalıştık.  
Yaklaşık üç yıl süren araştırma (daha doğrusu soruşturma), bire bir mülâkat, seminer, sempozyum, sohbet ve konferans (Dr. Halûk Nurbaki, Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Ahmet Sonel, Prof. Hayrani Altıntaş, Prof. Bozkurt Güvenç, Prof. Kâzım Y. Kopraman, Prof. Kâmil Turan, Prof. Abdurrahman Güzel, Prof. İ. Orhan Türköz, Prof. Mustafa Erdoğan, Y. Bülent Bakiler, Vehbi Sınmaz, Behzat Şaşal ve daha pek çok bilim insanı ile yüzlerce bireysel obje) mülâkat ve konferans tutanakları; Yüksek Danışma ve Bilim Kurulu tarafından tam bir dikkat ve hassasiyetle incelendi. Ortaya çıkan “müteselsil karar ve uzlaşma” mutabakat metni şu:
“Rab, önce insanı yarattı. Sonra basitten mükemmele doğru ilerleyen ve daima önceki, sonrakini müjdeleyen (haber veren); Sonraki, öncekini tamamlayan, bütünleyen ve ileri doğru yeni ufuklar açan bir süreçle dini inzal ve inşa etti. Meratipte Yüce Yaratıcıdan sonra gelen en kutsal varlık insan; Ahseni takvim üzere yaratılmıştır. Eşrefi ‘en şerefli’ mahlûktur. Bu sıfatla “İnsan merkez varlıktır.” Evren İnsan’ın etrafında döner. İnsan ise nihayetinde Rabbine döner. Dolayısıyla insanın istismarı, ‘kul hakkı’na taalluk eden’ bilumum insanlık suçlarının tamamı ile birlikte; Suiistimal dâhil en ağır suç ve en büyük cezayı mülzem cürümdür.”
Not: 1. İlk İnsan ve ilk Peygamber Hazreti Âdem(SA)’den, son Peygamber (Hatem-ül Embiyâ) Muhammed Mustafa (SAV)’a kadar gelen yüzlerce ve/veya binlerce Peygamberin tamamının dini İslâm, kendileri Müslüman’dır. Sadece şeraitleri (hukuk, ibadet ve davranış biçimleri) Musevi, İsevi, Muhammedi vd., gibi kendi isimleri ile anılır.
Not: 2. Yüce Yaratıcı, hiçbir şekil ve surette “kul hakkı” kapsamına giren suçlara af ve mağfiret etmeyeceğini, ayette açıkça ifade; İnsanları şiddetle ikaz, kesinlikle men ve asla “kul hakkına tecavüz edilmemesini” tembih etmiştir. (Kapsama; Hayvanlara saygı, hak ve adaletle muamele, kötülüğü men ve doğal dengeyi koruma, dünyayı imar ve inşa görevi de dâhildir.)
Lâkin bu gün Türk-İslâm dünyası kan ağlıyor, insanlık âlemi vahşi bir tehdide maruz. 
Katliam ve vahşetin adı: İnsanlık düşmanlığı Mezhepçilik         
Arapça ‘Mezhep’ kelimesinin Türkçesi ‘gidilen yol’ demektir. Bu anlamda ‘Tarikat’ kavramıyla yakın bir anlam içerir. Yani, ‘Tarikat’ kelimesi ‘Yol’ anlamına gelen ‘Tarik’ sözcüğünün çoğuludur, ‘Yollar’ anlamına gelir. Arapçada ‘Parti’ anlamına gelen “Hizb” kelimesi de yine “Mezheb-Mezhep” kelimesi ile aynı köktendir. Hizb’ullah, Hizb’uttahrir, Hizb’i İslami gibi. Anlaşılacağı üzere: ‘Mezhep’ bir nevi ‘Hizb’, yani “Parti” demektir.
Bu yapay/sanal, uydurma ve zorlama nedeniyledir ki bu gün; Mezhepler, Tarikatlar ve Cemaatler İslâm âleminin çıbanbaşı, kanayan yarası, ıstırap kaynağı ve dahi başının belâsıdır. Böylece, insanlık huzurlu olsun, adalet, refah, eşitlik, güvenlik ve saadet içinde yaşasın diye vahyedilen din; Tin tüccarları, Mezhep simsarları ve Cemaat Sahibi şeytanlaşmış ceberrutlar tarafından İnsanlık, doğal denge ve yaşam aleyhine kullanılır hale gelmiştir. Ne kötü!.. 
Peki, Dinin partisi olur mu? Hazreti Peygamberin Partisi-Mezhebi neydi? Üstelik bu taassubun bir de etnik yanı var. Meselâ Türk Dünyasının ekseriyeti, İmamı Azâm Ebu Hânife ve İmam Maturidî Türk olduğu için Hanefi Mezhebine dâhildirler. Abdullah bin Sebe türevi Şia Fars, Beni Kaynuka (Suudi) Yahudileri Vehhabi, diğer Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerin neredeyse tamamı etnik kökenli olup; Hak Mezhep / Batıl Mezhep iddiası da yanlıştır.
Sonuçta: Tüm Mezhepler, sahte Tarikatlar ve organize Cemaatler yok hükmünde olup; İnsanlığa zararlı, Arı-duru, saf, salim ve hakiki İslâm’a mugayir ve mülgadırlar. Kaldı ki, ilk Mezhep Hz. Peygamberden 200 yıl sonra ortaya çıkmış; İttihat ve tevhid dininin kitabında bu günkü anlamda bir mezhebe işaret edilmemiştir.
            İslâm "ehli sünnet ve'l cemaat itikadı" üzre kaimdir.
         ***
ELEŞTİRİ, YORUM VE KATKILAR:
Sayın Mustafa Nevruz Sınacı Bey;
Mezhepler konusunda her kafadan bir ses çıkmaktadır ama günümüz  AYM, Danıştay Yargıtay içtihatları ve devleti yönetmeye talip olan partilerin arasındaki  yönetim tarzı benzeşmezlikleri ve ayrılıkları aslında bir din olarak dayatılan rejimin mezhepler farklarıdır. Üstelik rejim insan uydurmasıdır ve ilahi bir tarafı olmadığı gibi insanlar arasındaki bir konsensus ile 
kabul edilmekten çok islam ülkelerine savaşla dayatılmış kabule mecbur kalınmış konulardır. 
Bu konuda Uğur Mumcunun olduğu söylenen gerçekçi bir tespiti vardır.
Türk vatandaşı tanımı: isviçre medeni kanununa göre evlenen, italyan ceza yasasına göre cezalandırılan, alman ceza muhakemesi kanununa göre yargılanan, fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir. (uğur mumcudan)   
Böyle bir ülkede tüm değerleri ortadan kaldırılmış bir halkın bin yılda oluşturduğu ve batı dünyasının yanında, din, ahlak, adalet, insanların eşitliği, kültür, insanlık konularında kıyas kabul etmeyecek kadar ahlaksız çıkarcı.; Katliamcı batının bütün mezheplerinin sadece çıkar, sömürge edinmek, siyahları Müslümanları insandan saymamak gibi ahlaksız yapılanmaları yerine Müslümanları 1300 yıl medeniyetin merkezi yapmış İslam medeniyetinin çok  önemli içtihat farklılıklarının rollerini bir yana bırakıp hepsini toptan suçlu ilan etmek bilgiden çok ideolojik karşı çıkışlardır diye düşünüyorum…
Burada yani bunların her şeyi doğrumu ya da hepside mutlaka doğru yolda mı diye sorarsanız buna cevabım: “Siz hiç sahte 15 - 23 - 32 lira olarak basılmış sahte para gördünüz mü diye sorarım.
Cevabınız böyle bir para yok ki 10 - 20 - 50 - var ama 15 - 23 gibi basılmış para yok demek zorunda kalırsınız. İşte asıl meselede buradadır. Bir şeyin aslı olmazsa sahtesi üretilmez. O halde sahtelerini gördü iseniz bunların mutlaka hakikisi de (doru) vardır.”
Bizler birinci dünya savaşını kaybedip parçalanmış büyük bir dünya kültürünün parçalarıyız. 
Bizlerin tekrar aynı kültüre dönüp yeniden dünyaya hakim olacak en adil düzeni kurarak  dünyadaki çıkar ve  emperyalis amaçlı kirli savaşların kirli galiplerinin dünyadaki tüm insanlar arasında çeşitli alanlarda  insanları bir birleri ile savaştırabilmek için istihbarat kurumlarınca devşirilip medyaları tarafından şişirilen cahil ve ne yaptığını bilmez kişilerin kullanıldığı mezheplerin tarikatların geleneklerin gerçek olanlarını kötülemekte kullanılan IŞİD gibi F. Gülen gibi pek çok türün
sahte ve aslına uymayan paralar gibi çıkarılan mezhep ve sairenin aslında bizlerin dünyaya hakim olabilecek ve insanlığım muhtaç olduğu kültürümüze karşı Batıların ve Siyonizmin korku savaşlarının sonucu ürettikleri sahte mezheplerin kullanılmasına bizlerin aldanmamamız lazımdır.
Evet, bir sürü cahil ortalığı karıştırmakta kullanılıyor olsa da, bilelim ki ortada görülen münasebetsizlikler temsil ettikleri iddia edilen şeylerin sahteleridirler. 
Selam ve Saygılarımla
Ahmet Doğan Şimşek
*
Sevgili Kavik Abi,
Mezhepler elbette yok hükmündedir, öyle olmak da zorundadır. 
Bunu savunmak bireysel mezhepçiliği doğurduğu savınıza katılmam mümkün değildir. Mezhepleri reddetmek Müslüman’ın en asli görevlerinden biridir. Mezhepleri reddeden, kuranı esas alan sünneti belki kendi itikadında yorumlar ki bundan da doğalı olamaz. Biliyoruz ki sünnet adı altında binlerce hadis ve söylence peygambere atfedilerek dine eklenmiş, tarikatlar yolu ile şirk ortaya çıkmıştır. 
Tarikatlar, mezheplerin günümüzdeki zararları hepimizin malumudur.
Tuncay DEĞİŞ  (tdegis69@yahoo.com) [Ozgur_Gundem]
*
Mezhepler gerçekten yok hükmünde mi?
Bakalım. Tahlil edelim.
Savrulma salınımının iki ucu.
İfrat ve Tefrittir.
Fatiha suresinde, kendisine nimet verilenlerin yoluna bizi hidayet etmesi için dua ve yakarış formatında "ihdines-sıratal müstakim" şeklinde ifadesini bulan ve bizi dosdoğru yolun aydınlığına ulaştır diye bize istikametimizin çizgisinin anahtarını vermekte ; bu arada istikametten savrulmanın da şifresini bize bildirmekte. "Gayril ma'dubi aleyhim veleddaalliin."  İstikametten savrulmanın 2 önemli sapma dalalet ehli (istikametten sapmış sapkınlar güruhu) ve kendilerine gazap edilenler
İfrat ve tefrit, istikametten sapmanın ve savrulmanın 2 farklı boyutu.
İfrat dini din sahibinin iradesi hilafına artırma ameliyesi
Tefrit ise din sahibinin iradesi hilafına dini azaltma, gevşetme sulandırma ameliyesi
Benimsediği, mensubu olduğu mezhebi dinleştiren, yani kitap ve sünnetin önüne ve önceliğine alan, mezhebini dini yerine ikame eden ifrat bataklığına sapmış olur. 
Mezheplerin gereksizliği ve batıllığını, gereksizliğini, lüzumsuzluğunu iddia edenler de dini anlama, anlamlandırma ve yorumlama noktasında düşünce özgürlüğünü ve buna bağlı olarak da içtihat etmenin önüne set çekerek tefrit bataklığına sapmış olur.
Esasen mezheplerin gereksizliği ve lüzumsuzluğunu, yok hükmünde olduğunu iddia edenler kendi kendileriyle de çeliştiklerinin farkında değiller. Esasen bu tür düşünceyi savunanların bizatihi kendileri kendi kendilerinin tabi olduğu tek kişilik mezhep ihdas ettiklerinin farkında değillerdir.
Bu nasıl olmakta?
Bir adam bir takım fikirleri ifade eder, yayımlarken bu fikirlerinin doğruluğunu desteklemek için Kuran-ı Kerimden bir takım ayetler sunuyor ve bu ayetleri kendi fikriyatı için delil ve dayanak olarak kullanıyorsa, yani ayeti kendi aklınca, kendi bilgisi çerçevesinde nasıl anladığı ve anlaşılması gerektiğini bize izah ediyor demektir.
İşte bu yaklaşım Kuran ayetlerini kendi anlayışı çerçevesinde yorumlama ameliyesidir ki bunu yapmakla o kişi ayeti kendi çapında yorumlayarak kendine ait özgün içtihadını bizlere sunuyor olmuş olur. Bu yaklaşım ile esasen kişisel anlamda kendine ait bir mezhebi yani kendi tuttuğu yol ve yöntemi, kendi ictihadını yani kendi çıkarımını bizlere sunmaktadır. Eğer bu kişinin bu çıkarımına, yorumuna, anlayışına ve ictihadına bir başkaları da tasvip ederek uyarsa al sana yeni bir mezhep ihdas olmuş demektir.
İşte görüldüğü gibi tarihte ortaya çıkan bir takım mezhepleri yok hükmüne indirgeyen ve bu mezheplerin arkasından gidilmesini şiddetle kınayan kimseler, kınadıkları şeyleri bizatihi kendilerinin ifa ettikleri, bir başka mezhepleri tarihin çöplüğüne yuvarlamak peşinde gayret gösterirken kendine ait kişiselleştirdiği mezhebinin peşine insanları davet ettiğinin farkında bile değillerdir.
İnsanlarda akletme melekesi, düşünme yeteneği, meseleleri tahlil etme becerisi olduğu müddetçe Kuranı anlama ve anlamlandırma çabası da her daim olacaktır. Ayetleri yorumlama ve onlardan hüküm çıkarma ve ictihad etme ameliyesi de bu durumda hep var olmaya devam edecektir. Bu durumda farklı farklı yorumlar ve ictihadların varlığını da beraberinde getirecektir. Bu farklı yorum ve ictihadları bir takım insanlar benimseyecek ve bu yorum ve ictihad çerçevesinde anlayıp ona göre amel edecektir. Bu durumda farklı farklı ictihadları benimseyen toplulukların hep var olacağı yani mezheplerin hep var olmasının tabii olacağı neticesine götürür bizi.
Mezhepler yok hükmünde diyen şahıs da Kuran ayetleri süslü bir takım mesajlarını bizlerle paylaşmakla esasen kendisi bizatihi bir mezhep ve yol tutturmakla mezhepleri yaşatmakta olduğundan ne yazık ki gafil.
Selamlar, Yunus Kavik
25 Ağustos 2014 12:02 Pazartesi tarihinde "Yunus Kavik ykavik@gmail.com [Ozgur_Gundem]"